La Rochelle’den Karacasöğüt’e: Hayatımın en büyük macerası (1)
Teknemizi La Rochelle’den Karacasöğüt’e getirdiğimiz yaklaşık 3.200 deniz mili süren yolculuğumuzu tamamladık.
Teknemizi La Rochelle’den Karacasöğüt’e getirdiğimiz yaklaşık 3.200 deniz mili süren yolculuğumuzu tamamladığımızda hayal etmenin eyleme geçmek için ne kadar büyük bir güç olduğunu çok iyi kavradım. Dün benim gibi denizcilik konusunda çok az tecrübesi olan biri için büyük bir rüya olan şey, bugün bir gerçeklik ve ben yeni rüyalar görmeye başladım bile!..
Yazı ve Fotoğraflar: Nurgün Bayazıt
Teknemizi iki sene bekledikten sonra üzerine ilk binişimizin mutluluğu ve heyecanı bambaşka
Yelken açmak terimi bende hep olumlu duygular uyandırdı. Hayatımın bir dönemini erkenden kapatıp İTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki öğretim üyeliği görevimi erken bir emeklilik kararı ile sonlandırmam gerektiğini düşünürken kendime hep yeni bir hayata yelken açmalısın diyordum. İçten içe bilinmeyen bir geleceğe geçişimin endişelerini olumlu düşüncelerle karşılamak isteğimden olsa gerek. Ancak gerçek anlamıyla yelken açacağım aklımın ucundan bile geçmemişti! Eşim Oğuz ile pandemiden önce başlayan yelkencilik maceramız pandemiyle birlikte bizi çıkış noktamızdan bambaşka yerlere sürükledi. Tamamen içsel bir motivasyon ile başladığım bu yolculukta yaşadıklarımı burada sizlerle paylaşmaya karar verdim. Sıradan bir hayat yaşarken bana ilham olanlar gibi, kim bilir belki ben de birilerine ilham olurum.
Nasıl başladık?
9 Temmuz’da başlayan yolculuğumuz 13 Ağustos’ta son bulduğunda, aradan geçen 33 günde yaşadıklarımızı özetlemeden önce biraz kendimizden, teknemizden ve denizcilik geçmişimizden bahsetmem faydalı olacak. Eşim ve ben mimarız. “Her şeye sahipsiniz kendiniz hariç” diyen Osho’yu daha iyi anladığımız 50’li yaşlarımızın başındayız. Yelkenli ile yaşamak konusu iş olsun, eşya olsun, arkadaş olsun, bizi mutsuz eden tüm safralarımızdan kurtulmayı ve sadeleşmeyi hayal ettiğimiz bir dönemde karşımıza çıktı ama yelkenli hayatı -hele tek gövdeli- asla benim hayalim değildi. Her yıl sadece denizin tadını çıkardığım, kaptanları ile kiraladığımız katamaranlarla yaşadığımız mavi yolculuklar beni fazlası ile mutlu ediyor, eşime “Yılda bir ay katamaranla çıkalım, bana yeter” diyordum. Gel gör ki 2019 yılında Oğuz’un bir arkadaşının üç ortak olarak alacakları Jeanneau 440 Sun Odyssey teknesine üçüncü ortağın son anda vazgeçmesi ile dahil olduğumuz tek gövdeli yelkenli tekne yaşantısı tüm düşüncelerimi değiştirdi. Denizin tam üstünde olmayı, kendi işimi kendim yapmayı, saçlarımı uçuran rüzgârı çok sevdim. Pandeminin de araya girmesiyle çoğalan boş vakitlerimizi sürekli teknede geçirmeye başladık. Ancak günü geldiğinde tekneyi boşaltma zorunluluğu bizi çok üzmeye başlamıştı. Zehir kana karışmış, Mevlana’nın “Sen yola çık, yol sana görünür” demesi gibi bize de yol görünmüştü. Kendi teknemizi alacak, birkaç yıl içinde de çocukların okulları biter bitmez tamamen teknede yaşamaya başlayacaktık.
Hangi tekne?
Ben yelkenli yaşantısını sevsem de açıkçası teknenin rüzgârda aşırı yan yatmasından hiç hoşlanmadım, hatta devrileceğiz diye çok korkuyorum bile diyebilirim. Gençliğimde roller coaster’lardan inmeyen ben, 53 yaşımda bu işlere başlamasam belki her şey farklı olurdu. Ancak durum buydu. Oğuz’un farklı coğrafyalar içeren hayalleri, benim güvenlik endişelerim, uzun süre içinde yaşamayı planladığımız için konforunun yüksek olması ve gerektiğinde bizim kusurlarımızı kapatacak kabiliyette olması vb. bir sürü parametreyi bir araya getirerek hangi tekneyi alacağımız konusunda ciddi araştırmalar yapmaya başladık. Sonuçta iyi ya da kötü tekne yok, size uygun tekne var. İncelediğimiz birçok teknenin bir yanı içimize sinmiyordu ki 2020 yılında pandemiden hemen önce katıldığımız Düsseldorf Boat Show’da aradığımız tüm özelliklere sahip teknemizle tanıştık: Amel 50. Oğuz, 51 veya 54 feet için başka bir stantta arkadaşları ile görüşürken, ben fuarı kendim gezmeye başladım. Açıkçası Amel’i ilk gördüğümde bu nasıl bir tekne; motoryat mı yelkenli mi, ne değişik hibrit bir tasarım dedim. Tekneye çıkıp kokpiti, kokpit içindeki dümenin ve makine dairesinin yerini ve iç tasarımını görüp teknenin geçmişi hakkında birşeyler de öğrenince her şey yerli yerine oturdu. Eski teknemizde kışın seyre çıktığımızda ben rüzgârdan korunmuş bir biçimde serpinti körüğü altında otururken Oğuz’un dümen tutması, üşüyecek hastalanacak diye bana hep vicdan azabı çektirirdi. Tekne daha ilk anda gönlümü kazanmıştı. Amel hariç nerdeyse tüm teknelerde, (istisnalar vardır, uzman değilim) dümen arkada ve rüzgâra açıktı. Tekneyi hiç üşenmeden detaylıca gezdiren Emek Marin’den Rıza Çağdaş Çakır’ın yanından eşimle geleceğimi ona da her şeyi tekrar anlatmasını rica ederek ayrıldım. Rıza Bey’in tüm sorularımızı defalarca sabırla yanıtlayan son derece profesyonel ve pozitif yaklaşımı ile ikna olmamız güç olmadı ve sonunda bugünlere geldik.
Stefan’dan tüm elektronik cihazların birbirleri ile bağlantılarını öğrendik
Teknemiz nasıl gelecek?
Yaklaşık iki yıl süren bir bekleyişten sonra temmuz ayında teknemizi teslim alacağımız belli olduğunda, tekneyi Türkiye’ye getirme alternatifleri üzerinde düşünmeye başladık. Alternatifler şunlardı: Gemiye koyup Türkiye’den teslim almak, Güney Fransa’dan teslim alıp bir kaptanla veya kendimiz getirmek veya Kuzey Fransa’dan (La Rochelle’den) teslim alıp bir kaptan ile Biskay Körfezi’ni ve Cebelitarık’ı geçerek getirmek.
Bu iki sene zarfında ben denizciliğimi biraz daha ilerletsem de Göcek, Hisarönü ve Gökova koylarında, sıramızın elverdiği sürelerde yelken yaptığımızda birazcık terminolojiye, bağlara ve yelkenlerin nasıl çalıştığı konusuna hakim olabilmiştim. İyi dümen tutmak, chartplotter’ları okumak, navigasyon bilgisi vs. o kadar çok eksiğim vardı ki, Biskay Körfezi hakkında anlatılanlarla kendi tecrübemi yan yana getirdiğinizde neden yazının başlığının hayatımın en büyük heyecanı olduğunu anlatabilmişimdir umarım. Teori pratikle desteklenmedikçe denizde işiniz zor.
Oğuz’un tek isteği vardı: Tekneyi, Kuzey Fransa’dan teslim almak. Bana düşen de bu isteğe uymaktı çünkü bu onun en büyük hayaliydi. Geriye kalan en önemli karar, yanımızdaki kaptanın kim olacağıydı. Aslında bu, en çabuk çözülen konu oldu diyebilirim. Birbirinden bağımsız birçok farklı kişiden tavsiye edilen aynı isim olunca adayımız da belli oldu: Ekber Levent.
Oğuz kendisiyle telefonda konuştuğunda biraz benden ve Biskay konusundaki endişelerimden (!) bahsetmiş ve bunun üzerine de Ekber Kaptan, uçakla gelip Lizbon veya Porto’dan onlara katılabileceğimi söylemiş. Bunu duyduğum anda yaşadığım hayal kırıklığını anlatacak kelimem yok açıkçası. Ben ve geride kalmak olacak iş değildi. Birdenbire Biskay’ı geçmek benim Oğuz’dan da büyük hayalim oluvermişti. Tam olarak katılmadığınız bir şeyi nasıl bilebilirdiniz ki? Anlam katılımdan gelmiyor muydu? Eğer ben bu seyahati en derinden ve eksiksiz şekilde yaşayamasaydım eminim çok eksik kalırdım.
Neyse ki kaptan ile yüz yüze yaptığımız ilk toplantıda kendisine “Benim de gelmem gerekiyor, bu yola birlikte çıktık” dediğimde, yüzündeki gülümsemeyi ve “Tabii ki istedikten sonra neden olmasın” dediğini mutlulukla hatırlıyorum. Büyüksün kaptan! Ekip nihayet tamamlanmıştı. Nurgün-Oğuz ve Ekber Levent. (Neyse ki Oğuz’un bizimle gelmesi için davet ettiği herkesin bir başka programı çıktı da çekirdek kadro genişlemedi.) Oğuz’un benim korkularımdan ve endişelerimden, sıkıntılı bir durumda benimle ilgilenmesi gerekeceğinden çekindiğini biliyor
olmakla birlikte, eğer beraber uzun seyahatler planlayacaksak, tecrübeli bir kaptanın önderliğinde bu işi ikimizin kotarması gerektiğini düşünüyordum. Çok şükür kotardık da.
Kevin ve Ekber Kaptan ile Code 0’nun kullanımını test ediyoruz
Rotayı belirliyoruz
Önümüzde aşılacak 3.200 mil, cebimizde 33 günümüz vardı. 6 Ağustos’ta Atina’dan kızlarımızı ve Oğuz’un Amerika’dan gelecek kardeşi ile eşini alacak, son bir haftamızı Ege’de geçirecektik. Dolayısı ile aslında 3.200 milin büyük kısmını 24-25 günde kat ettik ki bu bizi transfer kaptanından hallice bir seyir durumuna soktu. Neredeyse üç gün iki gece denizde, üçüncü geceyi marinada/demirde dinlenerek geçirecek şekilde planlanan seyrimiz başlıca üç bölümden oluşuyordu.
Biskay Körfezi-Cebelitarık arası Akdeniz geçişi
Akdeniz-Korint Boğazı arası geçiş
Korint Boğazı-Ege Denizi geçişi
Bu seyirler sırasında hangi şehirlerde duracağımızı, gerektiğinde hava durumuna göre değiştireceğimizi öngörerek önceden planladık. Bu konuda çok fazla düşünmedik, Ekber Kaptan hem bu bölgelerde çok tecrübeliydi hem de belirlenen zaman çizelgesine uymak konusunda çok hassastı. Bunun bize güven verdiğini söylememe gerek yok sanırım. Denizde en önemli şey kararlı olmak, disiplin ve uyum. Bütün tekneler iki kişiliktir, bir zaman sonra her yer daralır demişlerdi ama Ekber Levent gibi işini profesyonelce yapan birisi ile hiçbir sıkıntı yaşamadık. Başından sonuna tüm hazırlıklarımızda bize destek verdi.
Ekber, Nurgün, Sebastian, Oğuz, Rıza, Kevin (soldan sağa)
Yola çıkmadan önce son hazırlıklar
Bu aşamada biraz Amel firmasından bahsetmem gerekiyor. Firma, size tekneyi teslim etmeden önce beş günlük bir eğitim programı uyguluyor ve teknenin yelken donanımından, elektronik aksamına, makine dairesinden, tüm seyrin chartplotter’larla kontrolüne kadar her şeyi hem seyirde hem de marinada tek tek anlatıyorlar. Şarap açacağından, bardaklarınıza, tuvalet kağıtlığından bornoz ve havlularınıza, küçük elektrikli el süpürgesinden kovalarınıza ve halatlarınıza kadar tekneyi kullanmanız için gereken tüm aksamı ile anahtar teslimi hazırlıyorlar. Bu beş gün zarfında dilerseniz, marina içinde teknede kalıyorsunuz ve çalışmadığını tespit ettiğiniz tek bir dolap kapağının kulbuna kadar sizin veya onların fark ettiği tüm eksikleri gideriyorlar. Oğuz, teknik bilgisi son derece yüksek, teknoloji aşığı bir denizci olarak bir senedir bu hafta için hazırlanıyordu. Tüm elektronik aksamı Amel’in standart donanım dışında kendi istediği gibi düzenlemişti. Anlatılanların tümünü videolara kaydettik ve programa Ekber Kaptan’ı da dahil ettik. Bu sayede Amel ekibinden öğrendiğimiz teknik veya uygulamaya yönelik detaylardan kaçırdığımız noktaları, tüm seyir boyunca tecrübeli birisinden tekrar kendi teknemiz özelinde öğrenme fırsatını yakaladık. Bu beş günün sonunda firmasının son ana kadar sahip çıktığı bir tekne, deneyimli bir kaptan ve her şeyi her yerde tamir edebileceğine emin olduğum eşim ile yola çıkacağım için Biskay geçişi öncesi gerginliğim biraz daha azalmıştı. Ne de olsa teknemizi ve sınırlarını daha iyi tanımıştım. Zaten korku denen şey bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor muydu?
Yazımın ikinci bölümünde tüm seyahat boyunca gezdiğimiz, gördüğümüz yerleri ve edindiğimiz tecrübeleri sizlerle paylaşacağım. Bu yolculuğa çıkışımızdaki motivasyonu size aktarmaya çalıştığım bu bölümü bitirmeden önce size naçizane tavsiyem: Yeni bir hayata başlamak için bir nebze bile isteğiniz varsa bence hiç beklemeyin. Hiçbir şey olmasa bile hayatınızın kontrolünün elinizde olduğunu hissedecek, yola çıkınca açılan kapılara ve kendi kapasitenize siz bile inanamayacaksınız...
Kuvvetle inanırım: Bir şeyi içtenlikle isterseniz, tüm yollar sonuna kadar açılır. Yola çıkarken hiçe yakın tecrübesi olan biri olarak destek verememekten korkarken bir de köstek olmayayım diye dua ettim en çok. Babamla başlayan deniz aşkıyla buralara geldim ve çok şükür dualarımın hepsi kabul oldu.
Sürecek...