La Rochelle’den Karacasöğüt’e: Hayatımın en büyük macerası (2)
Bu seyahat sayesinde istedikten sonra hiçbir şey için geç olmadığını, yalnızlığın ve kendi kendine yetebilmenin/kalabilmenin gücünü çok iyi öğrendim.
Bu seyahat sayesinde istedikten sonra hiçbir şey için geç olmadığını, yalnızlığın ve kendi kendine yetebilmenin/kalabilmenin gücünü çok iyi öğrendim. 24 saat hem çok kısa hem de çok uzun olabiliyormuş, iyice anladım. Aynı kıyafetleri yıkayıp yıkayıp giydim, aynı yemekleri döndürüp dündürüp pişirdim ama iki sabahtan fazla aynı yerde uyanmadım. Sadeleşmek lazım. Mark Twain demiş ya “Yarın geride kalan hayatımızın ilk günüdür” diye, bu seyahat de benim yeni hayatımın başlangıcı olacak; hissediyorum.
Yazı ve Fotoğraflar: Nurgün Bayazıt
Port des Minimes
Atlantik yaşantısı: La Rochelle
Atlantik demek gelgitlerle yaşamayı öğrenmek demek. Burası Fransa’nın en önemli liman kentlerinden birisi ve aynı zamanda Fransız tekne üretim zincirinin en önemli firmalarının fabrikalarına da ev sahipliği yapıyor. La Rochelle sizi hemen havaya sokuyor. Şehirde başınızı çevirdiğiniz her yerde irili ufaklı yelken direkleri ile karşılaşıyorsunuz. Başlıca iki marina var: Atlantik kıyısındaki gelgit bölgesinde Amel firmasının kendisine ait bir pontonunun bulunduğu Port des Minimes (46° 8’ 41” K-001° 10’ 38” B) yaklaşık 4.500-4.600 tekneyi barındırmakta ve daha yaklaşırken büyüklüğü ile başınızı döndürüyor.
Atlantik kıyısından yaklaştığınızda eski şehre girişi kontrol eden iki gözetleme kulesi aynı zamanda şehrin içindeki kanallarla da bağlantılı. Gözetleme kulelerine gelmeden, kısa süreli konaklamalar için bir ziyaretçi dubası ve gün boyu yakındaki adalara günübirlik geziler yapan turist tekneleri için bir iskele bulunuyor. Kulelerden sonra, eski şehre girerken açılıp kapanan bir köprünün arkasında sancak tarafında başka bir havuz ve yerel tekneler ile daha küçük yatlar için bir gelgit kapısı var. Eğer eski şehre yelkenli ile girmek ve burada kalmak isterseniz, Vieux Port Köprüsü’nün açılmasını beklemeniz gerekiyor. Vieux Port küçük bir şehir marinası. Marinadan birkaç yüz metre uzakta bir süpermarkete, restoranlara, dondurmacılara, kaliteli tipik bir Fransız fırınına ve hatta bir akvaryuma ulaşabilirsiniz.
Bizim orada bulunduğumuz 2-9 Temmuz tarihleri arasında şehir öylesine canlı ve kalabalıktı ki nedenini araştırdığımızda 1-10 Temmuz tarihlerinde Cannes’dan sonra Fransa’nın en önemli film festivaline ev sahipliği yaptığını öğrendik. Gece gündüz yaşıyor, aynı zamanda içinde barındırdığı üniversite nedeniyle öğrenci şehri olarak da kabul ediliyor. Sabahın erken saatlerinden hava kararana kadar karada ve denizde sürekli bir hareketin yaşandığı şehir, her şeyin başlangıcı olduğundan mı bilemem ama benim kalbimde bambaşka bir yer edindi. Hatta tüm seyahat boyunca kendimi Ekber Kaptan ile gittiğimiz her yeni şehri “Güzel ama bir La Rochelle değil” şeklinde karşılaştırma yaparken buldum. Bence tekne ile ilişkili olsun olmasın, fırsatı olan herkes orayı bir kere görsün. La Rochelle’i gördükten sonra denizle iç içe yaşamanın ne demek olduğunu daha iyi kavradım.
Gözetleme kuleleri, Atlantik girişi ile eski şehri birbirinden ayırıyor ve içerideki marinaların gelgitlere bağlı su seviyesini ayarlayan havuzların girişlerini kontrol ediyor
Yola çıkıyoruz
Hava tahmin raporları, eğitim aldığımız haftanın aksine, yola çıkacağımız hafta boyunca Biskay’da koşulların gayet uygun olduğunu gösteriyordu. Bizden birkaç gün önce yola çıkan bir Amel 60, Biskay’i geçebilmiş ama yola devam etmeden La Coruna’da havanın sakinleşmesini beklemeye başlamıştı. Bizim çıkacağımız hafta rüzgâr sakinliyor ama dalga yönü kuzeye dönüyordu. Seyahatten bir önceki gün Kevin ile rotamızı konuşurken La Coruna’ya gideceğimizi söyleyince “Ben sizin yerinizde olsam Brest’e doğru çıkar oradan inişe geçerdim, yoksa sürekli bordadan gelecek dalgalarla çok konforsuz bir seyahat olur sizin için” deyince hemen rotamızı kuzeybatıya çevirip birkaç gün uzatarak araya iki şirin Fransız adası sıkıştırdık. Biskay geçişi öncesi biraz yükselmek bize teknede olabilecek sorunları çözmek için La Rochelle’e geri gelme olanağı vereceği için de işimize gelmişti.
Yola çıkalı dört saat olmuş ve hâlâ kıyının silüeti görünür iken chartplotter ekranında 130-150 metre arası değişen derinliğin bir anda 3.000 metrelere sonra 4.500 metrelere çıktığını gördüğümde çok şaşırdım. Düşünsenize altınızda 4.0-5.0 kilometrelik bir kara delik var
Île d’Yeu ve Noirmoutier-en-l’Île adaları
9 Temmuz Cumartesi sabah 06:00’da halatları çözdük ve 62 mil mesafedeki Île d’Yeu Adası’na doğru yola çıktık. Ortalama 10-14 knot 30°’den (T) gelen rüzgâr ve 0,5 metrelik ölü dalgalar ile yaklaşık iki saat yelken yaptıktan sonra gelgit saatine kalmadan marinaya ulaşmak ve gezmek için biraz vaktimiz kalsın diye motor seyrine geçtik. 10 saatlik bir seyir sonrasında Port Joinville’e bağlandık (46° 43’ 36” K-002° 20’ 7” B). Adayı çevreleyen sahil şeridi boyunca yer alan evleri ve plajları ile Île d’Yeu çok sakin ve şirin bir Atlantik adası. Tekne ile gelmek şart değil. Her türlü süsten ve gösterişten uzak bu adada gözden ırak bir Airbnb evi kiralayıp sahilde uzun yürüyüşler yapıp dinlenmek eminim herkese iyi gelecektir. Değişik bir tatil yeri rotası arayanlara kesinlikle öneririm.
Île d’Yeu’dan yaklaşık 31 mil uzaktaki Noirmoutier-en-l’Île Adası’ndaki Port de Plaisance de L‘Herbaudiere girişi biraz sıkıntılı küçük bir marina (47° 01’ 53” K-002° 17’ 35” B). Burada denk geldiğimiz semt pazarından yol için taze sebze meyve ihtiyacımızı karşıladık. Pazar mantığı her yerde aynı, sadece satılan ürünler öylesine değişik ki. Atlantik gelgitleri sırasında oluşan kumsalda vakit geçirmek yazın çok güzel de olsa, Herbaudiere sahilinde evlerin önüne çekilen kalın koruma duvarları ve setler, Atlantik’in kışın ne kadar acımasız olduğunu gösteriyor.
Biskay geçişi
Aslında başlangıç noktamız Brest’e kadar çıkmak olsa da hava raporlarından bir iki güne rüzgârın yönünü ve şiddetini değiştireceğini gören Ekber Kaptan daha fazla oyalanmadan La Coruna’ya geçişe başlamamız gerektiğini söyleyince Atlantik adalarına elveda deyip 11 Temmuz saat 13:00’te yola koyulduk. Nasılsa teknemizde her şey sorunsuz çalışıyordu. Merlino yola çıkmaya hazırdı. Pekiyi ben hazır mıydım? Orası tartışılır. Büyük düşün derler bilirim de acaba Biskay da fazla mı büyük olmuştu? Neyse zor olan karar vermekti, gerisi gelecekti, emindim.
Biskay Körfezi, Atlantik Okyanusu’nun kuzeydoğu ucunda ve Kelt Denizi’nin güneyinde yer alıyor. Fransa’nın batı ve İspanya’nın kuzey sahilleri boyunca yayılan körfezinin ünü batı kuzeybatı yönünde esen kuvvetli rüzgârlardan ve derin ölü dalgalarından geliyor. Tüm Atlantik Okyanusu boyunca 4-5.000 metre derinlikte hareket eden su kütlesi, sahilde derinliğin sadece 150 metre olması nedeniyle oluşan duvara çarpınca derin dip dalgaları oluşturuyormuş. Bu dalgaların etkisinin güçlü rüzgârlarla birleştiğinde nasıl olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Plan İspanya’nın La Coruna şehrinde sahile çıkmak olduğu için önümüzde yaklaşık 350 millik bir rota vardı. Eşim “Sana 21:00-24:00 ve 06:00-09:00 nöbetlerini veriyoruz” dediğinde olay gerçeklik kazandı. Gece gündüz yol yapacaktık! Bu seyahatin bana kazandırdığı en büyük tecrübe, gece yol yapmanın keyfine varmak oldu. Duruma çok kolay uyum sağladım. Gece seyrinin keyfine doyum olmuyormuş. Ben tamamen karanlıkta bir hiçliğin içinde yol alacağımızı sanırken yıldızların ve ay ışığının gücünü fark ettim. Her şeyden uzakta Biskay’ın ortasında aslında o kadar küçüktük ki. Acil bir durumda birisinin yardıma gelmesi ne kadar uzun sürerdi kim bilir.
11 Temmuz 2022 saat 22:08 ve 22:09. Biskay’da (hatta hayatımda) tuttuğum ilk nöbetim sırasında sancaktan güneş batıyor ve iskeleden ay doğuyor. Bana bu güzellikleri görme şansını veren ekip arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim
Kafamda bu düşüncelerle başladığım gece seyirlerinde karşılaştığım akşam ve sabah manzaraları bana her şeyi unutturdu.
Gece seyirlerinde iki önemli yardımcımız var: AIS ve radar. Radarda 2 millik bir alan tanımladık. Bu alanın içine giren herhangi bir gemi veya yüzen cisim olduğunda hemen alarm veriyor. AIS ile bu gemilerin hızlarını, uzaklıklarını ve olası çarpışma noktasını belirlemek mümkün oluyor. Otopilot zaten olmazsa olmazımız: İsterseniz belirlediğiniz rotaya, isterseniz de yelken seyrinde rüzgârı takip ederek sizi azamî hızda ama farklı bir rotaya götürüyor. Bizim rotamız belliydi La Coruna. Ama fırtınadan biraz daha iyi korunabilmek için La Coruna’ya gitmeyip biraz daha yol alarak, en azından burnu dönüp Fisterra’ya varmayı planlasak da biraz dinlenmenin hepimize iyi geleceğine karar verdik ve gece saat 23:00 civarında Camarinas’a girip demirledik (43° 07’ 08” K-009° 10’ 55” B). Güzel bir uyku çekmek hepimize iyi geldi. Erkenden yola çıktığımızda ilk durak Porto olarak belirlenmişti.
Açıkçası Biskay Körfezi’nde hayat biraz dalgalı, arada sisli ama genelde sakin ve çok az rüzgârlı geçti. Olan rüzgârın da bizi fırtınadan uzaklaştırmaya yetmeyeceğini düşünerek sürekli motor seyrinde kaldık. Biskay’da bir akşam nöbetim sırasında yanımızdan geçen balinanın su püskürtme sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
Cascais’te sahildeki dev metal cepheli bina tüm silüeti bozuyor
Porto
Porto’nun içinden geçen Douro Nehri şehri ikiye bölüyor. Villa da Gaia Bölgesi’nde yer alan Douro Marina’ya varışımız sabah saat 01:30’da oldu (41° 08’ 06” K-008° 39’ 50” B). Ekber Kaptan’ın tecrübesinden en çok faydalandığımız yer olan Douro Marina’ya girişimiz heyecan vericiydi. Gelgitin alçak suya denk geldiği bir sırada, teknenin altında yer yer 0,5 metreye kadar alçalan su seviyesinde, şehrin ışıklarına karışan yeşil ve kırmızı marina ışıklarını ayırt etmek ve Douro Nehri’nden gelen karşı akıntı ile teknenin hızını ayarlamak oldukça büyük bir deneyimdi. Önceden yer ayırtmamıza rağmen marinanın anonslarımıza cevap vermemesi nedeniyle tam demir yeri aramaya başlamıştık ki son anda gelen iki görevlinin yardımıyla saat sabah 02:00’de marinaya bağlandık.
Cascais
Porto’da bir gece daha kalıp ertesi gün bir motoryatın tüm mazotu alması nedeniyle yakıt depomuzu tam dolduramadan Cascais’e doğru yola çıktık ve saat 14:42’de Cascais Marina’ya bağlandık (38° 41’ 01” K-009° 24’ B). Cascais eskiden Portekiz aristokrasisinin yazlık yeriymiş, dolayısıyla tarihi konaklar, evler vb. çok hoş bir ambiyansı var. Şehrin tarihi dokusu korunmuş, eski yerleşimin olduğu turistik alan çok temiz ve turistik olarak cazip olsa da tüm gelişmekte olan ekonomiler gibi burası da çirkin yapılaşmaya kurban gidiyormuş gibi hissettim.
Marina de Cascais’ten yakıt alıp, bir gece dinlenip Cebelitarık geçişine başladık. Seyahate başlarken Biskay geçişinden sonra bizi en çok endişelendiren orka ataklarıydı. Portekiz, Atlantik Okyanusu boyunca uzanan büyük ton balığı çiftliklerine sahip ve söylenen o ki orkalar ton balıklarının kan kokusuna geliyorlar ve eğlence olsun diye teknelere çarpıp dümen palalarını mahvediyorlar. Bu nedenle seyahatin bu kısmında olabildiğince açıktan giderek Cebelitarık’a ulaşmayı hedefledik. Önümüzde yaklaşık 48 saatlik uzun bir geçiş var.
Cebelitarık-La Linea
Çok ama çok gergin başladığım Biskay geçişi dahil Atlantik’teki her bölüm hava durumuna bağlı son derece doğru alınan kararlarla harika geçti. Hava hep arkamızdan geldi, biz kaçtık, o kovaladı ama sonuçta bilim kazandı. Hava tahmin raporları oldukça iyi çalışıyor. Orkaları da sorunsuz atlatıyoruz. Cascais çıkışı ilk gece başlayan ve Cebelitarık girişi öncesinde yaklaşık 10-12 saat süren dalgasıyla bizi çamaşır makinesindeymişçesine sallayan Atlantik Okyanusu’na bu kadarcık bir rahatsızlık ile veda ettiğim için çok mutluyum. Kesinlikle yine geleceğim.
İleriyi görmek ile ileri gitmek farklı şeylermiş. Biz, Cebelitarık’a varış saatimizi güçlü gelgit akıntılarından faydalanacak şekilde planlayan Ekber Kaptan’ın ileri görüşlülüğü ile 9-9,5 knot’a varan bir hızda ileri giderek saat 05:55’te, İspanya tarafındaki La Linea Marina’ya ulaştık (36° 09’ K-005° 21’ B).
Cebelitarık, İngiltere’ye bağlı ve meşhur Kaya’ya gitmek için ayrıca vize almak gerekiyormuş. Biz tek günümüzü vizelerle harcamak istemediğimizden La Linea’da kalıyoruz. Marinadan çıkınca sahilde hemen önünüze geniş caddeler üzerinde konumlanan devasa konut yapıları veya kongre otelleri gibi binalar geliyor ve biraz da saate bağlı olarak insanı bir ıssızlık hissi sarıyor. Ancak içerilere girdiğinizde görüyorsunuz ki eski şehir birbirini kesen yaya yollarının kenarındaki dükkanlar ve kafelerle oldukça canlı ve hareketli. Bu dar yolların açıldığı meydanlar sizi bu sıkışmışlık ve ıssızlık hissinden kurtarıyor ve ferahlık sunuyor. İspanya’da hayat akşamüzeri başlıyor ve yaş ortalaması saat ilerledikçe gençleşiyor. Şehirden gelen müzik seslerini en son duyduğum da saat 04:00 idi. Tanıştığımız herkes çok cana yakın ve yardımsever.
Akdeniz geçişi-Cartagena
Artık Akdeniz geçişimiz başlıyor. 6 Ağustos’ta Atina’da olmamız gerekli, dolayısı ile önümüzde birkaç uzun geçiş daha var. İlk durağımız Cartagena. Akdeniz’e girmemizle birlikte hava bir anda ısınıyor. Tüm geçiş artık doğuya doğru ve batıdan gelen eğik akşam güneşi ışınlarının kokpite verdiği rahatsızlığı biraz olsun hafifletebilmek için rüzgârlıkları söküp, güneşlikleri takıyoruz. Nöbetlerim nefis gün batımı ve doğumlarına sahne olmaya devam ediyor. Portekiz’i orkalar yüzünden çok açıktan geçince çok rahatsız etmeyen balıkçılar gemileri ve ağları Cebelitarık’a girdiğimizden beri en dikkat ettiğimiz konu. Radarda kolayca seçilemeyen bu ağları fark etmek için sık sık kokpitin dışına çıkıp çıplak gözle kontrol yapmak gerekiyor.
İki gün iki gece süren bir yolculuktan sonra saat 01:22’de Cartagena’ya ulaşıyoruz. Regata Marina’da yer ayırttık ama saat geç olduğu için rıhtımdaki beton iskeleye aborda oluyoruz (37° 35’ K-000° 59’ B). Pek sorun çıkartmıyorlar. Cartagena tüm seyahat boyunca iyi ki görmüşüm dediğim yerlerin başında geliyor. Marinaya bağlandığınız andan itibaren tarihi şehir ile burun buruna geliyorsunuz. Yakın tarihte keşfedilen Roma dönemi antik tiyatrosu Teatromano de Cartagena, korumanın ve çok yeni bir antik keşfin şehrin mevcut mimari yapısını hiç bozmadan kente geri kazandırılmasının çok güzel bir örneği. İspanyol Mimar Rafael Moneo tasarladığı müze binasını kentin dokusuna bir nakış gibi işlemiş. Bina içinde eski ve yeninin kaynaşması, birlikte sunuluşu, eserlerin sergilenişi ve üç boyutlu görsellerle zenginleştirilen açıklamalar çok kaliteli. Cartagena’ya iyi ki gelmiş ve geçmişten günümüze farklı dönemlerin katmanlaşmasına sahip bu yerleşimleri iyi ki görmüşüm diyorum. Kaçırsaymışım çok ama çok üzülürdüm.
Ertesi gün yola çıktığımızda en önemli konumuz motorun 300 saat (!) bakımını yaptırmaktı. Volvo Penta motor garantimizin devamı için bakımların belirlenen vakitlerde yapılması gerekiyordu. Aradığımız tüm servisler birkaç gün sonrasına randevu veriyor. Uzun uğraşlardan sonra Ibiza’daki Volvo Penta servisini ikna ediyoruz. (Bu ana kadar motorla ilgili tüm sorularımızı bıkmadan yanıtlayan Emek Marin Teknik Yöneticisi Hüseyin
Avni Dayıoğlu’na buradan da teşekkür edeyim). Formentera’da hızlı bir yüzme molasından sonra Ibiza’ya varıyoruz. Rüzgâr ortalama 8-12 knot arkadan estiği için yelken seyri mümkün değil. Ibiza’da marina dolu olduğu için demirde kalıp ustaları dingi ile alıyoruz. Açıkçası ilk intiba önemlidir, Ibiza’da kalmak için kimsede bir istek uyanmıyor. Ne deniz, ne de şehrin uzaktan görünüşü cazip değil. Gece hayatı düşkünleri de olmadığımıza göre, motor bakımı biter bitmez Mayorka’ya yola çıkıyoruz.
Palma de Mallorca
Yaklaşık 12 saat süren bir yolculuktan sonra sabah 08:20’de Palma’da, Pantalon del Mediterraneo Marina’ya bağlanıyoruz (39° 31’ 05” K-002° 39’ 08” D). 24 saat Palma de Mallorca gibi bir yeri gezmek için yeterli değil ama fikir edinmek için fazlasıyla yeterli. Şansımıza arkadaşımız Togan Alper, TP52 Super Series’te Provezza ile o hafta Mallorca’da yarışta ve bize araba ile harika bir ada turu yaptırıyor. Yukarılara çıktıkça adanın güzelliği iyice ortaya çıkıyor. Burası bir tatil yerinden isteyebileceğiniz her şeye sahip: Müthiş plajlar, tarihi yapılar, modern temiz bir yerleşim, yol bisikleti tur rotaları, Ibiza gibi şımarmamış bir gece hayatı ve daha neler neler… Atlantik’de kalbimi La Rochelle çalmıştı, Akdeniz’in galibi Palma oldu.
Sardinya-Carloforte Adası
Tekrar gelmek dileğiyle diyerek ayrıldığımız Palma’dan sonraki durağımız, iki gün iki gecelik geçişin ardından Sardinya’nın Carloforte Adası Sifredi Marina (39° 09’ K-008° 18’ D). Daracık şirin sokakların açıldığı meydanlarında herkesin topluca vakit geçirdiği bu küçük yerde, konuştuğumuz İsviçreli ve İspanyol tekne sahipleri, marinadaki bakımın iyi olması ve ada hayatının pozitifliği nedeniyle teknelerini kışlamak için buraya bıraktıklarını söylediler. Marina’da yakıt istasyonunun derinliği 2,20 metre, eğer su çekiminiz daha büyükse yakıt almadan gitmeyin. Size mobil pompa ile 100 litrelik ikmal yapabiliyorlar ama hortumun uzunluğu 10 metre olduğu için uygun bir yere bağlanmanız gerekiyor.
Atina’da kızlarımızla buluştuk
Sicilya-Lipari
Carloforte’den sonraki durağımız Tiran Denizi’ni geçerek ulaştığımız Sicilya’nın Lipari Adası. Bu geçiş sırasında iki büyük sorunumuz var:
1. Hava çok sıcak ve güneş batana kadar kokpitin içinde pişiyoruz.
2. Akdeniz’in ölü dalgaları bordadan geliyor ve çok konforsuzuz.
Yemek yaparken biraz rahatlamak için rota dışına dümen kırıyoruz, biraz denge sağlamak için ana yelkeni açıyoruz ama hiçbiri yeterli olmuyor. Gerçekten insan beyni yandan gelen dalgalara karşı kolay adapte olamıyor. Yine de Ekber Kaptan’ın gösterdiği, uzakta Palermo açıklarında bir anda toplanan bulutların oluşturduğu tornadoyu görünce tüm şikayetlerimi geri alıyorum. İşte bu anlar hava tahmin raporlarında yer almıyor. Şans gerekiyor.
Lipari’de Porto Pignatore Marina’ya (38° 28’ K-14° 57’ D) varınca ilk işimiz yakıt depomuzu doldurup marinaya girmek oluyor. Kendinizi bir film setinde gibi hissettiğiniz adada esas cevherler ana caddelere ve meydanlara açılan daracık sokaklar. Koruma işinin piri İtalyanlar biliyoruz da, küçücük bir köşede bile aynı özeni görmek insanda bakımsızlıktan yitip giden kendi güzelliklerine ağıt yakma ihtiyacı doğuruyor. Oldukça turistik bu küçük adada Michelin yıldızlı bir restoran bile var. Ayrıca Pignataro Marina’nın Mallorca’dan sonra bağlandığımız en pahalı marina olduğunu belirtmeliyim ancak marinaya girmek istemezseniz şehre rahatça ulaşabileceğiniz demir yerleri de var.
Artık ağustos ayındayız ve 6 Ağustos’ta Atina’da kızlara kavuşmak için son düzlüğe (!) geldik. Plan şu: Messina Boğazı’ndan İyon Denizi’ne girecek ve Kefalonya’da bir gece kalıp, Korint Boğazı’nı geçerek, Pire’de Zea Marina’ya bağlanacağız. İyon Denizi de bize olmadığı kadar iyi davranıyor; rüzgârsızlık, sıcak ve ölü dalgalar tek şikayetimiz. Gece seyrinin keyfine doyum olmazken, yine balıkçılara dikkat etmeye çalışıyoruz. Kefalonya Argostoli Marina’da (38° 10’ 07” K-14° 57’ 04” D) bürokrasi öyle uzun sürüyor ki mahallemize geldik duygusuna kapılıyoruz hemen. Hiçbir marinada sorulmayan sorulara cevap vermek zorunda kalıyoruz. 6 Ağustos’ta Korint Boğazı’nı geçerek, Pire Zea Marina’ya bağlanıyoruz (37° 56’ K-23° 38’ D). Kızlarımıza kavuştuk çok şükür.
Tüm seyahatin oyunbozanı: Ege Denizi
7 Ağustos sabahı yola çıkıyoruz. Misafirler teknede, herkesin keyfi yerinde, akşam gezilecek adaları belirledik. Tüm seyahati transfer kaptanı gibi geçirdik ve ne yazık ki gezmek için ayırdığımız tek haftamızda Ege’de 6-7 bofor havaya denk geliyor. Ege “Sen misin plan yapan” diyerek tüm programı değiştirtiyor. Detaylarla sizi boğmayacağım ama şu anda çok fazla hatırlamak istemediğim sert geçişlerle, 2-3 metrelik her yönden gelen düzensiz dalgalarla boğuşarak ilk gün Kythnos Adası’na sığınıyoruz, iki gece orda kalıp, daha sonra her gün beş-altı saatlik seyirlerle Paros, Amargos ve Astipalya’da birer gece kalarak Kalimnos üzerinden Turgutreis’e giriş yapıyoruz.
Ege Denizi’ni geçerken sabah telsizden duyduğum “Bütün gemiler, burası Türk Radyo” anonsuyla, Ekber Kaptan’ın “Haydi geçmiş olsun” sözü bir araya gelince yaşadığım duygu selini hayatım boyunca unutmayacağım. Tüm gezinin ve Ege’nin stresi ile elim ayağım boşalıyor ve tuvalete gidip öyle bir ağlıyorum ki sanırsınız kaçırılmışım da ülkeme iade ediliyorum.
Başardık!
Son söz, teşekkür
Bu seyahate hazırlanırken bir sürü Biskay videosu seyretmiştim ama bizim geçişimiz seyrettiğim hiçbir videoya benzemedi: Seyir boyunca ne fırtınalar yaşandı ne de ölü dalgalar nedeniyle üç gün üç gece rahatsızlanıp yatan oldu. Her seyahat kendine özel, yola çıkan bunu bilerek çıkmalı. Hepimiz kendi tecrübemizi yaşıyoruz. Ancak bir işe kafaca hazırsanız sonuçlarına da katlanıyorsunuz. “Issızlığında boğulmadığın çölü kimseye anlatamazsınız, anlatsanız da kimse inanmaz” demiş Rumi. Ben de seyahatimizi yayınlamaya değer bularak, kendimin bile inanamadığı bu geziyi unutulmaz kılan Naviga’ya çok teşekkür ederim. Ege’de en zor anlarda dümeni elime vererek beni rahatlatan Ekber Levent’e de en içten sevgilerimi gönderiyorum.