Deniz savaşında algının evrimi


Modern donanmalar ve deniz muharebeleri ile ilgili hepimizin algısını kuşatan anlayışın tarihi üzerine bu satırları kaleme aldım.

Yeni Çağ Ressamı Laureys a Castro’nun muhayyilesinden “Aktium Muharebesi, M.Ö. 2 Eylül 31” başlıklı yağlı boya resmi (M.S. 1672)

4.500 sene önce Akdeniz’de savaş gemileri gezmekteydi. Ancak denizde çatışma amacı gütmüyorlardı. Yelkenli ve ‘deniz geçer’ nitelikte teknelerin tarihin bir noktasında ortaya çıktığı günden (yaklaşık M.Ö. 3000’ler) Geç Tunç Çağı sonlarına (M.Ö.1200’ler) kadar birkaç farklı gemi tipi ortaya çıkmıştı. Bunların çoğu da hem ticaret yapmak için hem de savaş için kullanılabilmekteydi. Bunun sebebi ise bu tarihlerde henüz denizde savaş algısının olmamasıydı. İlk Çağ medeniyetlerinin savaşları karalarda gerçekleşirdi. Ancak yelkenli gemilerle insan taşımanın kolaylığı ve mesafelerin çabuk kat edilmesi iktidar üyelerinin aklına gemilerle asker taşımak suretiyle kara savaşlarında üstünlük kazanmak gelmiş olmalı ki bu, tarihte donanmaların ilk temellerini atan düşünceydi. İlk savaş kadırgalarıyla ilgili haberleri bize Homeros verir! İlyada ve Odysseia destanlarında geçen anlatılar masal gibi olsa da arkeolojik olarak, aslında hakikatin bir çeşit yansıması olduğunu bilmekteyiz. Sadece masal tadında! Ege Denizi’ni geçen Agamemnon’un ordularının Troia sahiline çektikleri kadırgalar bile aslında nakliye amaçlı gemilerdi. Dolayısıyla savaş da karada yaşanmıştır. M.Ö. 1200’lerde meşhur bir denizci topluluk vardı: Fenikeliler! Fenikeli denizciler Akdeniz’in uzun mesafelerini geçerek koloniler kuran başarılı denizcilerdi ve antik Yunanca Hippoi olarak anılan gemileriyle meşhurdu. Hippoi “Atlar” anlamına gelir. Çünkü Fenike gemilerinin baş bodoslamalarında (bazen de her iki bodoslamada) bugün cıvadra bölgesi diyebileceğimiz yerde at başı biçimli baş modelleri yer almaktaydı. Bu öncü denizcilerin bir diğer gemisi ise bu yıllarda daha çok savaş amaçlı tercih ettikleri Gaulos’lardı. Aslında özünde bunlar da ticaret gemisiydi ya da ikisi bir arada! Bunlara ismini veren ve hatta onları kendi kültür ve denizcilik geleneklerine göre uyarlayan Yunanlardır. Aslında bu kelime Fenikelilerin geniş ve derin kemereli gemilerini benzettikleri “küvet” kelimesinin Yunancasıdır. Tekil hâlinde Γαυλος (Gaulos) kelimesi Orta Çağ’da İngilizceye “Galley” olarak geçmiştir. Biz de aynı kelimeyi Türkçemize günümüzde de kullandığımız bir isim olan “Kadırga” olarak geçirmişiz.

 

Farklı siluetler

M.Ö. 1000’de bir yerde bu uzun ve dar kemereli gemilere bir parça eklendi: Mahmuz! Bu savaş kadırgasının baş bodoslamasına su seviyesinde eklenen metal bir aparattı. Mahmuzla bir diğer gemiye hızlanarak adeta bir torpido gibi bordadan vurmak suretiyle düşman gemisi delinip su aldırılarak batırılabilmekteydi. Bu ise savaş kadırgası algısını baştan aşağı değiştirmişti. Artık bir sevkiyat aracı olmaktan çıkmıştı. Bu tamamen stratejik bir değişimdi. Belki de bu işten anlayan iktidar sahiplerinden biri, karşı tarafın askerleri topraklarına varıp, yakıp yıkma fırsatı yaratmadan düşman gemisini durdurmak, dolayısıyla çatışmayı denizde önlemek istemişti. Değişen paradigma bugünkü deniz savaşı algısını yaratmaya başladı. Bu dönemden bildiğimiz denizde muharebe eden ilk kadırgaya Yunanlar Pentekonter dediler. 50’li anlamına gelen bu kelime ilk başlarda sancak ve iskele tarafında 25’er kişiden toplam 50 kürekçiyle yürüyen kadırgalardı. Daha ilerleyen dönemlerde bu teknoloji gelişti. Yükseltilmiş güverteler yapıldı. İlk olarak Fenikeliler iki taraftaki kürekçi sekilerine hem korunmak hem de kürekçiler kuru kalsın diye aşağı seviyede bir oturma platformu yerleştirdi. Böylece kürekçiler gerektiğinde güverteden alçakta kürek çekebilecekti. Küpeştenin altında bir seviyede kürek çekme ihtiyacıyla lombar denilen delikler ortaya çıktı. Daha sonra bu aynı küreğin iki kürekçi tarafından çekileceği iki sıra kürekçili bireme kadırgasını ortaya çıkardı (yaklaşık M.Ö. 9.-8. yüzyıl). Sancak-iskele taraflarda ikişer kürekçi oturacağı için kemere hattı da genişledi ve asker sayısı arttı. Daha çok kürek gücüyle mahmuz diğer kadırgala büyük hasarlar veriyordu. Mahmuzun gelişmiş hali trident (üç dişli) biçimliydi. Çünkü sivri uçlu olanıyla vurulan darbelerde karşı gemi bordadan deliniyorsa da bazen mahmuzun sıkışması mümkün oluyordu. Bu ciddi bir tehlikeydi! Gemi saldırı yaptığı bordadan küreklere geri yollu asılarak çıkardı. Eğer başarısız olup da geri çıkılamadıysa karşı donanmanın kadırgaları tarafından her iki taraftan mahmuzlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Bu da felaket olurdu! Üç dişli mahmuz kolayca içeri girmiyordu. Girerse de kolay geriye çıkıyordu. Ama hasarı maksimize etmek için darbe şiddetini artırmak lazımdı. Yunan gemi ustaları bunu tek küreğe üç kişinin asılacağı ve toplamda 170 kürekle yürüyen ‘trireme’yi yaparak çözdüler. Triremelerde bir mayistra bir de trinketa olmak üzere iki yelken bulunurdu. Bunların direkleri sökülüp takılabilmekteydi. Varılacak noktaya kadar yelken seyri yapılır böylelikle çatışma için kürekçi gücü muhafaza edilirdi. Çatışma noktasında ise yelkenler indirilmiş kürek takımı da hazır edilmiş olurdu.” Böylelikle kadırga hız, manevra ve darbeye hazır hale gelirdi.

Hippos isimli gemileriyle ahşap ticareti yapan Fenikeliler (M.Ö. yakl. 700)

Kıyıda saldırıya uğrayan savaş kadırgası (muhtemelen bir pentekonter), M.Ö. 8'inci yüzyıl

Fenike kadırgalarına (bireme) sığınan Asur düşmanları (Sanherib Sarayı duvar kabartması, Ninova, M.Ö. 702)

Trireme Olympias, Antik Çağ Trireme Replikası

Herakles Erymanthian yaban domuzunu zapt etmeye çalışıyor, sağda tanrı Hermes ona yardım teklif ediyor (M.Ö. 530-520)

 

Bu gemilerin tabii ki günümüz tekneleri gibi isimleri vardı. Karakterli yapılardı. İsimleri baş bodoslamanın iki yanında yazardı. Kıçta ise tuela ismi verilen bir kısım vardı. Burada geminin koruyucu tanrısının tasviri yer alırdı. Hatta bazen bu tanrının ismi geminin ismi de olmaktaydı. Baş ve kıç bodoslamalar oldukça uzun ve zarif kıvrımlarla biterdi. Kimi zaman gemilerde prestij bezemeler yer alırdı. Aynı Fenikelilerin bodoslamalarına at başı modeli seçmesi gibi Yunanlar da savaş gemilerinin mahmuz kısmı için bir domuz silueti seçtiler. Mahmuzun uzantısıyla teknenin başı artık bir yaban domuzu olmuştu. Yunanlar mutlaka eserlerine renk katardı! Gemilerde de bu kural bozulmamıştır. Antik Yunan teknelerinde ophtalmoi denen gözler bulunurdu. Bunlar domuzun mavi gözleriydi. Mavi denizi simgeliyor olsa gerekti. Artık o bir deniz domuzuydu! Domuzun seçilmesi aslında çok da saçma değildi. Yaban domuzu avı antik Yunan medeniyetinde prestijli bir işti. Kahramanlık alametleri arasındaydı. Mitoloji’de Herkül’e (Yunanca Herakles) ölümsüz olabilmesi için tanrılar tarafından 12 görev verilmişti. Bunlardan bir tanesi de mitolojik bir canavar olan Erymanthian yaban domuzunu yakalamasıydı. Bu domuz, Tanrıça Hera’nın hizmetinde olan çok güçlü bir canavardı. Herkül domuzu yakalamıştı. Bu büyük bir başarıydı. Çünkü yaban domuzlarının keskin iki uzun dişi vardır. Bu hayvan ya bodoslama olarak (savaş kadırgaları gibi) saldırır ya da bir şekilde kafasını savurarak dişlerini insanın tam karın bölgesine geçirir, kimi durumlarda boydan boya keser. Domuzun bu hareketi yeterince güçlü olursa genelde saldırdığı canlının ölümüyle sonuçlanır. Bu yüzden günümüzde dahi yaban domuzu tek bir kişiden ziyade birkaç avcıyla sürek avı şeklinde yapılır. Yunanlar için önemli bir canlı olan domuzun bu hareketi savaş kadırgalarında da esin kaynağı olmuş olmalıdır. Dolayısıyla mahmuz domuzun burun ve dişlerini temsil etmektedir! Antik Çağ’ın denizi çağrıştıran mavi gözlü domuzları gerçek savaş kadırgalarıdır. Denizde yapılan harbin ilk örnekleri bunlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla donanma ve deniz savaşı mantığı evrilmiş ve günümüzdeki paradigma ortaya çıkmıştır!